Turnuvada ilk iki maç tamamlandı. İki maçta iki çok farkı rakiple oynadık. İlk maçta karşımızda yıldızlardan oluşmuş ama takım olamamış bir İtalya vardı. Bu yıldızların ortak özellikleri, tamamen kendilerini düşünen , takım için değil istatistik için oynayan, savunmada kimsenin elini kaldırmadığı oyunculardan oluşan bir takım olması, aynı zamanda çok kötü yönetilmesi sonrasında Türkiye açısından hem turnuva için hem de basketbol tarihi için çok önemli bir galibiyet elde edilmiş oldu.
Rakibin savunma direncinin çok aşağıda olması , bizim gibi hücumda sınırlı kapasitesi olan bir takımdan bile 89 sayı yemelerine neden oldu. Özellikle pota altında hiçbir varlık gösteremeyen İtalya, Gallinari’nin bizim de savunmadaki gevşek halimizi değerlendirmesi ve neredeyse hiç boş hücum etmemesiyle maça ortak olmayı başardı. Hatta maçı kazanma noktasına da geldiler ama şans bizim yanımızda oldu.
Bu maçta gördük ki, Ergin Ataman rotasyonu çok geniş tutmuyor. Zaten genelde kendi takımlarında da oyun felsefesi olarak dar rotasyonla oynamayı tercih eden bir coach. İtalya maçında da, Oğuz, Kartal ve Furkan hiç süre almadılar Barış da çok kısa bir süre oyunda kaldı. 8 oyuncu ile tüm maçı oynadık.
Savunma takımı olarak adlandırılmakla birlikte çok kötü savunma yaptığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Yediğimiz 87 sayının dışında çok da kolay şutları değerlendiremediler. Aynı zamanda takım olarak oynamaktan oldukça uzak olmaları da aslında zayıf savunmamızı daha fazla cezalandırmalarını engelledi.
Bizim savunmamız bu durumdayken onların savunması aslında çok daha da kötü durumdaydı. Belki de hayatının maçını oynayan Semih dışında , tüm takım olarak en rahat hücum ribaundu aldığımız maçlardan birini oynadık. Maç içinde fark 16 sayılara kadar çıktı. Ancak maç sonu paniği nedeniyle maalesef maçı zorla kazanır hale geldik.
İspanya maçı ise bu maçtan tamamen farklı cereyan etti. Aynı olan tek şey bizim rezalet savunmamızdı. 104 sayı yediğimiz bu maçta tüm takım süre aldı. Aslında tüm takımın süre alması Ergin Ataman’ın bu maçı bırakmasının ve ana oyuncuları dinlendirmek istemesinin sonucuydu.
Oyuncuların genel performanslarına biraz bakalım. Pg lardan başlarsak, gördük ki Bobby Dixon 30 dk nın altında sahada kalmayacak özellikle hedef maçlarda. Kartal’ın onu yedeklemesini beklemiyoruz. Az da olsa dinlenme dakikalarında direksiyona Sinan geçiyor. İtalya maçında bu ikili toplam 18 asist yaparak gayet başarılı oynadılar. Dixon ile ilgili konuşmak gerekirse, çok fazla sorumluluk aldığı söylenebilir. Bu sorumluluk ona Ergin Ataman tarafından verilmiştir mutlaka ama bu kadara gerek olmadığını düşünüyorum. Dixon tek başına bu kadar büyük sorumluluk alabilecek bir oyuncu değil bence. Çok fazla top kullanıyor, ve takımın dengesi bozuluyor. Takımda çok fazla atıcı olmamasından kaynaklanıyor bu ama yine de bence bu kadarı doğru değil.
Sinan kariyerinin en iyi dönemini yaşıyor. Hem organizasyona yardım ederek, hem de delici özelliklerini kullanıp potaya gidip sayı üreterek takıma yardımcı oluyor. Zaten savunmadaki direncini kimse azımsayamaz. Hücumda da bu kadar verimli olması ile takımın en önemli oyuncularından biri haline geliyor.
2 ve 3 numaralarda Sinan’ın haricinde, Melih, Cedi ve Göksenin süre alıyor. Melih çok istikrarlı olmasa da kritik zamanlardaki üçlükleri ile önemli bir fayda sağlamakla birlikte bunun haricinde sahada yok denecek kadar az sorumluluk alıyor. Topu yere vurmaktaki sıkıntısı onun sınırlı bir oyuncu olarak göze çarpmasına neden oluyor. Bir şekilde yakın aldığınız ve boş bırakmadığınız zaman Melih’in etkilinliği kalmıyor. Cedi ise her zamanki gibi enerjisi ile takımın önemli bir parçası. İtalya maçında çok kolay iki turnikeyi kaçırmış olmasına rağmen sahanın her alanında fayda sağlamak için elinden geleni yaptı. Göksenin de kadronun sınırlı kapasiteli oyuncularından biri. Onun da hücum varyasyonları sınırlı. Ancak o da enerjisi, savunması ve sürpriz hücum ribaundaları ile takımın bir parçası olmuş durumda.
Takımın en büyük silahı ve en büyük yıldızı Ersan. İtalya maçına da çok iyi başladı. Ancak kısa sürede girdiği faul problemi onun verimliliğini düşürdü. İspanya maçında ise zaten baştan teslim bayrağını çektiğimiz için çok da yorumlanabilecek bir maç olmadı. Ersan’ın hem şutunu hem de potaya gidişlerini daha fazla kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.
Semih ve Furkan Aldemir de 5 numaradaki süreleri paylaştılar. Semih yazımın başında dediğim gibi karşısında herhangi bir İtalyan uzun olmadığı için kariyer maçlarından birini oynadı. İspanya maçında ise diğer tüm oyuncalarımız gibi eriyip gitti. Özellikle Gasol karşısında hiçbir varlık gösteremedi.
Furkan Aldemir de yine sınırlı kapasitedeki bir başka oyuncumuz. O da özellikle işin ribaund kısmında çok fazla hammallık yapıyor. İkili oyunlarda ne kadar kullanılırsa hücumda verimini arttırma şansı o kadar fazla olacaktır.
Gelelim Almanya maçına. Gruptaki kaderimizi belirleyecek en önemli maç. Çünkü büyük ihtimalle Sırbistan maçı da İspanya maçına benzer bir senaryo ile oynanacak. Bu nedenle Almanya maçında mutlak galibiyetle ayrılmak zorundayız. Ancak iş o kadar kolay değil. Bir kere Almanya gayet iyi basketbol oynuyor. Hem Schröder, hem Novitzki, hem de Pleiss gayet formdalar. Bunlara Scfartzik ve Gavel de destek oluyor. Çok geniş bir rotasyonları olmamakla birlikte az sayıda oyuncu ile gayet iyi bir performans sergiliyorlar.
Bana göre maçın kilidi Ersan’ın performansı olacak. Novitzki karşısındaki savunma direnci ve hücumdaki tercihleri takımın kaderini belirleyecek. Barış’ın yine pek süre almayacağını düşünürsek Ersan’ın faul problemine girmeden mümkün olduğu kadar sahada kalması çok kritik.
Pleiss’ın , Semih ve Furkan’a çok üstünlük sağlayacağını düşünmüyorum. Sinan da Schröder üzerinde bir baskı uygular ve rahat oyun kurmasını engellerse tek problemimiz Novitzki kalacaktır. Orada da top Ersan’da. Umarım ekstra bir oyuncu çıkıp beklenmedik bir katkı vermez.
Sonucun bizim lehimize olması dileğiyle herkese iyi seyirler.