Sezon başında bana “Bu sene takımdan beklentin ne” dediklerinde cevabım”Şu 5 maçlık seriyi görmek istiyorum, bu heyecanı yaşamak istiyorum” idi. Senelerdir Top16 turundan çıkamıyor olmak , en çok yaklaştığımız Spajiha döneminde bile bunu görememiş olmak çok canımı sıkıyordu. Ve sonunda bu 5 maçlık seriyi oynama hakkı kazandık ve hatta bu seriye bir çok otoriteye göre favori olarak çıkıyoruz.
Bu sene hiç oynamadığımız bir rakiple eşleştik. Haliyle daha önce sizlere Maccabi analizi yapmamıştım. Pana ile eşleşseydik biraz daha bildiğimiz bir rakiple oynuyor olacaktık. Maccabi’yi elimden geldiğince hem oyuncu hem basketbol tarzı olarak değerlendirmeye çalışacağım.
İlk olarak geçen seneden başlamak lazım. Geçen seneye de büyük bir favori olarak çıkmamış , senelerdir geleneklerinde buraları oynuyor olmanın avantajı ile sezona girmişlerdi. Çok da iyi bir Top16 turu geçirmemiş olmanın da sonucunda gruplarını 3.sırada tamamlayıp saha avantajını alamamışlardı. Ve karşılarında geçen senenin F4’a ev sahipliği yapacak olan, formuyla ve kadrosuyla gayet korkutucu bir rakip olan EA7 Armani Milano vardı. Herkes Milano’yu favori görüyordu. İlk maça da Milano fırtına gibi başlamış ve son çeyreye 70-58 ile 12 sayı avantaj sağlayarak girmişti. Hatta maçın son 2 dakikasına gelindiğinde skor 84-72 idi, ve Milano 12 sayılık farkı halen koruyordu. Büyük bir heyecana sahne olan bu son bölümde başta Ricky Hickman liderliğinde ve Tyrese Rise desteğiyle inanılmaz bir çıkış yakalayıp, 27-19 çeyrek skoru ile maçı uzatmaya götürmüşlerdi. Son çeyrekte Hickman 11 , Rice ise 9 sayı üretmişti. Uzatma periodunda da Hickman’ın 6, Rice’ın 4 sayısıyla maçı 101-99 kazanmış ve saha avantajını ellerine geçirip seriyi 3-1 ile noktalamışlardı. Bu maçın tamamında Hickman kariyer maçını oynayıp, 26 sayı, 4 ribaund , 3 asisst , 3-3 üçlük, 9-9 serbest atış ile 36 verimlilik puanı toplamıştı.
Sonrasında herkesin bildiği efsane F4 performansı ile önce CSKA’yı 68-67 , finalde de Real Madrid’i 98-86 yenerek sezonun şampiyon olmuşlardı. Bu efsane sezonun ardından kadroda çok ciddi kayıplar yaşandı. Öncelikle bu takımın kurucusu ve yaratıcı David Blatt , NBA’in şampiyonluk adaylarından, Lebron James’li Cleveland Cavaliers’e head coach olarak transfer oldu. Sadece coach’larını kaybetmekle kalmadılar, mvp ödülünü alan Rice, Hickman, Ingles, James, Blu takımdan ayrıldılar. Takımın başına David Blatt’in yardımcılarından Guy Goodes getirildi. Guard pozisyonu için takımın eski oyuncusu Jeremy Pargo ile birlikte Marquez Haynes transfer edildi. Ayrıca Late Linhart , Brian Randle ve Joe Alexander takıma dahil edildi.
Bazen 8 bazen 9 kişilik rotasyonla oynuyorlar. Takımın itici gücü aslında sadece 3 oyuncu. Jeremy Pargo, Devin Smith ve Brian Randle. Bu üç oyuncu 30 dk üzerinde süre alıyorlar ve takımın ürettiği sayı, asist ve ribaund sayılarının yarısından fazlasını bu üçlü sağlıyor.
Jeremy Pargo tam bir combo guard. Hem saha görüşü çok iyi, hem delici özellikleri fazlasıyla var, hem fena olmayan şutu var, üstelik işin savunma tarafında da hiç de yabana atılır bir oyuncu değil. Lider karakterli bir oyuncu ve ne zaman kendi oynaması ne zaman takımı oynatması gerektiğini çok iyi biliyor. En önemli özelliği koşan oyuncuları ödüllendirmesi, eğer onun takımındaysanız ve potaya atak yapıyorsanız mutlaka uygun bir yerde uygun bir zamanda topu size verecektir. Kısa boyuna rağmen çok güçlü fiziği ile omuzunu dayayarak da, temas alarak da çok rahat potaya yüklenebiliyor. Ama en önemli özelliği saha görüşü. Onun savunmasında mutlaka yakın olmalı ve görüş açısı vermeyecek , rahat pas atamayacak bir savunma prensibi belirlememiz lazım. Çok fazla faul de alabilen bir oyuncu. Bu nedenle Zisis’in özellikle dikkatli olması ve faul problemi yaşamaması lazım.
Devin Smith bir zamanlar Fenerbahçe forması da giymiş çok iyi bir takım oyuncusu. 31 yaşında ve artık tamamen olgunlaşan basketbolu ile takımına her konuda büyük katkı sağlıyor. 1-4 arası tüm pozisyonları savunabiliyor, hızlı ayakları, uzun boyu, güçlü fiziği ve atletik özellikleri ile çok iyi bir savunmacı. Hücum tarafında da en önemli özelliği çok doğru şut seçebiliyor olması. Kendine güveni fazlasıyla var, ve Maccabi basketbolu da gereği hücumun 3.saniyesinde de , 23. saniyesinde de topu kullanabiliyor. Topu ne zaman kullandığı değil ne pozisyonda kullandığı önemli. Bu sayede şut yüzdeleri gayet tatmin edici seviyelerde. Savunmacısının kimliğine göre, her türlü hücum edebiliyor, yavaş bir savunmacı olursa yanından geçiyor, hızlı adamları sırtına alıp potaya kadar götürüyor. Bir sürü olumlu özelliği var Smith’in. Ancak şunu da belirtmek lazım, o bir kahraman değil, iyi bir takım oyuncusu. Takım kötüyken o da kötü olabiliyor.
Brian Randle, Maccabi basketboluna en uygun oyunculardan biri. Atlet, hızlı, üşenmeden sıkılmadan her pozisyonda iki pota arasında hızlıca gidip gelebiliyor. Benim bu sene en beğendiğim 4 numaralardan. Onu bir an gözden kaçırırsanız potanızda smaçlarken bulabilirsiniz. Eksik yönü dış şutu, yayın gerisinden rahatlıkla risk edebiliriz onu. Bjelica mutlaka bir iki adım geriden savunmalı onu, yoksa ondan çok daha hızlı olduğu için rahatlıkla onu geçecektir.
Evet bu üç oyunca takımın yarısı ama sadece onlara konsantre olmakla bu işi halledemeyiz. Takımın tamamı atletik ve hızlı oyunculardan kurulu. Örneğin Marquez Haynes. Genelde 2 numara oynuyor , o da inanılmaz hızlı, çok rahat adam eksiltebiliyor, çok hızlı şut kullanabiliyor, ne ayağını ne elini kurmaya ihtiyaç durmuyor.
Late Linhart da göründüğünden çok daha atlet bir oyuncu. Rahat rahat turnike attığınızı sandığınız bir anda topu kafanıza çakabilir, bir anda tepenizde belirip dünyanızı karartabilir. Tam savunma ribaundunu aldım dediğiniz anda topu elinden alıp smaçlayabilir. Aslı rahat bırakılmaması gereken , unutulmaması gereken bir oyuncu.
Yogev Ohayon, takımın sahaya akıl koyan oyuncularından biri. Pargo ile birlikte takımın direksiyonunda o var. Onun da saha görüşü çok iyi, ancak onun da pek güvenilir olmayan bir şutu var. Girmeyen şutlarının nedeni aslında kötü şutör olması değil, Smith kadar iyi şut seçemiyor olması. Bazen zorlama atışlar yapabiliyor aynı Pargo gibi. Ama eğer boş bırakırsanız ceza atışlarını mutlaka değerlendirecektir. O da Pargo gibi koşan atlet oyuncuları ödüllendirmeyi çok seviyor. Bu nedenle Randle da, Tyhus da bolca asist alıyorlar ondan.
Joe Alexander büyük ümitlerle draft edilmiş olmasına rağmen bir türlü beklentileri karşılayamamış bir oyuncu. Onun da maalesef atletik özellikleri çok fazla, dış şutu var, sırtı dönük oyunu var, topu yere vurma özelliği var. Ancak çok istikrarsız, bazı maçlar 25 dk sahada kalabilirken bazen 3 dk civarında anca süre alıyor.
Alex Tyhus 5 numara oynuyor, atlet demekten sıkıldım ama maalesef o da atletik özellikleri ile oynayan bir oyuncu. Kendi başına bir pozisyon üretme ihtimali çok az, eğer pg lar onu besleyebilirse verimli oluyor. Kendi ekmeğini kendi de kazanıyor tabi, özellikle hücum ribaundalarını takip edip buradan sayı bulabiliyor. Maccabi onunla başka Sofo ile başka bir basketbol oynuyor. Aynı Randle ve Linhart gibi bir an bile gözden kaçırmamanız gereken bir oyuncu, anında alley oop’u bitirebilir.
Son olarak Sofoklis Schortsanidis den bahsedeceğim. Namı değer “Sofo” Maccabi basketbolunun değişik yüzü. 160 kg luk oyuncu, kilosuna rağmen çok hızlı ayakları olan, çok çabuk çevresinde dönebilen bir uzun. Onu çok kısıtlı sürelerde kullanıyor Goodes, o kadar büyük bir fiziği yerinden kaldırmak için çok fazla enerji gerekiyor ve haliyle çok çabuk yoruluyor. Ancak 3 saniye koridorunda topu ona teslim edebilirlerse ya basket ya faul, ya da basket faul ile sonuçlanıyor. Birebirde onu tutmak tabi ki pek mümkün değil. Bununla beraber bir çok da dezavantajı var onlardan birazdan bahsedeceğim.
Sonuçta koşarak oynuyorlar, set hücumlarını çok sevmiyorlar, ancak set hücumlarında da özellikle Sofo sahadayken mümkün olduğu kadar içerden oynamaya çalışıyorlar. İkil oyunlarda Sofo sahadayken pek verimli oldukların söylenemez ancak Tyhus ile bunları iyi beceriyorlar, zaten öncelikle hedefleri potaya doğru koşmak ve o sırada topu almak, bu nedenle bizim savunmamızın ortası oldukça önemli. Takımdaki tüm oyuncular topa hakim, birebirleri iyi oynayan oyuncular. Set hücumlarından daha çok, birebirde rakiplerini geçip, savunma düzenini bozup boş adam bulmaya çalışıyorlar. Savunma ribaundlarına hücum ribaundlarından çok daha fazla konsantreler. Çünkü öncelikli hedefleri savunma ribaundu alıp rakip sahaya hızlı geçmek.
Bu sezonun genelinde 16-8 lik bir dereceleri var. Kaybettikleri 8 maçta ortalama 13,5 sayı fark yemişler. 7 sayının altında kaybettileri maç yok. Kazandıkları 16 maçın ise 5’inde 4 ve daha az sayı farkı var. Yani yakın geçen maçlarda genelde kazanma şansları daha çok oluyor. Kazanırken en iyi yaptıkları şeylerden biri pota altını karartmak. Kazandıkları 16 maçta rakiplerini 2 sayılık atışlarda %44,3 de tutmuşlar. Çok gömülü savunma yapıyorlar, rakiplerinin potaya yaklaşmalarına pek izin vermiyorlar. Kritik konu rakiplerinin dış atış yüzdeleri oluyor. Kazanırken rakiplerini %31,8 üç sayı yüzdesinde tutarlarken, kaybettiklerinde bu rakam %39,4 e çıkmış. Yani eğer üç sayılık atışlarda %40 lara çıkarsak kazanma ihtimalimiz yükselecektir.
Sofo sahadayken, ikili oyun savunmasında taktik değiştiriyorlar. Sofo haliyle çok yukarılara çıkmıyor , çıksa da geri dönemiyor ve rakip uzun çabuk ayaklı bir uzunsa anında sayıyı yiyorlar. Hücumda ne kadar büyük bir silahsa savunmada o kadar büyük dert Sofo, birebiri iyi olmakla birlikte takım savunmasının en büyük tehdidi durumunda. Onu mümkün olduğu kadar 3 saniye koridorundan uzaklaştırmak önemli bir avantaj sağlayacaktır bize.
Aslında onların maçlarını en çok belirleyen şeylerden biri savunmaları oluyor. Savunmada ne kadar agresiflerse hücumda o kadar başarılı oluyorlar. Bir rakam daha vereyim, kazandıkları maçlarda ortalam 7,2 top çalarken, bu kaybettileri maçlarda 4,3 e düşüyor. Aynı şekilde rakipleri de, Maccabi kazanırken 13,3 top kaybı yaparken, Maccabi kaybederken bu rakam 9,9 a düşmüş.
Takım olarak çok iyi şutör oldukları söylenemez ama asıl problemleri bizim de yaşadığımız serbest atışlar. Takım olarak %66,2 ile atıyorlar tam 7 oyuncuları %70’in altında yüzdeyle oynuyor.
Başka bir sorunları daha var takım içinde, biraz da saha içi basketbolunun dışında bir problem. Takımın başına Guy Goodes’i getirdiler Blatt’den sonra. Ancak tek başına takımı ona emanet etmeye güvenemediler ve senelerdir Maccabi basketbolunun en önemli isimlerinden biri olan Pini Gershon’u da onun yardımcısı rolüne getirdiler. Tabi Pini’nin bunu kabul etmiş olması bir çok kişi tarafından yadırgandı. Ancak geçen gün verdiği röportajda elinde bundan daha iyi bir seçeneğin olmadığını söylemiş Gershon. Gershon’un bench’te olması bir çok zaman oyuncular üzerinde “patron kim” sorusunu doğuruyor. Goodes’ın , Gershon’a saygısı çok büyük ancak bir taraftan da takımın patronu o. Dengeyi kurmakta hem onlar hem oyuncular oldukça zorlanıyorlar.
Biraz da genel değerlendirme ile yazıma son vereyim:
Kadro : FBU>Maccabi
Coach : FBU>Maccabi
Basketbol Seviyesi : FBU>Maccabi
Güven&Baskı : FBU<Maccabi
Seyirci : FBU<Maccabi
Bu seviyede en öne çıkan belirliyicilerden biri coach kalitesi oluyor. Tek maçlık bir olaya çıkmıyoruz. Bir seriye çıkıyoruz ve her maç sonunda stratejiler ve taktikler değişecek güncellenecek. Ve bana göre maç önü hazırlığı en iyi olan coach bizde. Obradovic bugüne kadar çıktığı Top8 lerden sadece birinden galip çıkamadı. Onu 5 maçlık bir seride yenmek hiç de kolay değil. Ayrıca tecrübesiyle Goodes’ın çok daha önünde.
Kadro kalitesi olarak biz daha kaliteliyiz, ancak Hickman’ın eksikliğini mutlaka yaşayacağız. Bizim de kilit oyunculara çok yük bindirmeden oynayacak bir rotasyona gitmemiz lazım. Kadro olarak karşılıklı değerlendirme yapıldığında şu sonuç çıkıyor:
PG: FBU<Maccabi
SG: FBU>Maccabi
SF: FBU<Maccabi
PF: FBU>Maccabi
C : FBU>Maccabi
Dış şutlar çok önemli olacak, bu nedenle hem Bjelica’nın hem de Glock&Bogdan ikisilisin dış şut performansları bizim açımızdan belirleyici. Ayrıca onların geçiş hücumlarına engel olabilmek için
1) Net savunma ribaundu almalarına engel olmalıyız
2) En az 3 oyuncuyla geriye çok hızlı koşmalıyız.
Basketbol çeşitliliği açısından hem savunmada hem hücumda onlardan üstünüz. Topu paylaştığımız durumda kendi basketbolumuzu sahaya dökersek bizi yenmeleri mümkün değil.
Güven&Baskı maalesef onların lehine. Biz büyük bir stres ve baskıyla oynayacağız bu seriyi. Takımın favori olması da bunu arttırıyor.
Seyirci konusu gerçekten çok önemli. Belki en zayıf olduğumuz nokta burası. Bundan sakın bizim seyircimizin maça etkisi yok dediğim sonucu çıkartılmasın. Bizim seyircimizin buralarda oynama alışkanlığı yok. Maç içinde veya seride yaşanacak olumsuzluklar bizim seyircimizin enerjisini aşağı düşürüp takıma inancı azaltabilir. Eğer seyircimizde hem maç içinde rakibi ve hakemi baskı altına alacak bir role bürünürse hem de işler kötü gitse bile takım üzerindeki baskıyı azaltacak desteği verebilirse takıma fayda sağlayacaktır.
Bu akşam hem salonda hem de tv başında hop oturup hop kalkacağız. Ben takımıma bana bu heyecanı yaşattığı için şimdiden çok teşekkür ediyorum. Umarım bu yolun sonu Madrid olur.
Büyük koç Obradoviç bi şekilde maçı döndürecek kişi ya da kişileri bulabiliyor. Ligde ve Euroleague maçlarında bu sene negatif PIR rekortmenimiz olan Kenan 3. çeyrekte aldığı süreyi bir fırsata dönüştürerek maçın kaderini değiştirdi Vessely ile birlikte. Helâl olsun bu ekibe ve dün gece stadı dolduran 13.000 nefere…
Kenan “Mr. Sipahi” günlerindeki gibiydi. Umarım böyle devam eder. Maç içinde en çok sevindiğim ve havaya sıçradığım andı, onun üçlüğü soktuğu an 🙂