Değişik bir sezon yaşıyoruz bu sene. Sezon öncesinde Türk basketbol tarihinin en büyük ve en doğru hamlesiyle takımın başına Obradovic geldiğinde takıma olan güven ve inanç otomatik olarak artmıştı. Bunun üzerine özellikle Kleiza ve Bjelica transferleri ile kadroya olan inançta arttı. Bir de tüm bunların üzerine takımın doğru dürüst birarada antreman yapmadan girmiş olduğu sezonda inanılmaz başarılı sonuçlar arka arkaya gelmeye başlayınca takımdan beklenti de arttı. Bu sadece Fenerbahçe camiası ve Türk kamuoyunda da sınırlı kalmadı ve tüm Avrupada F4 ün en önemli adaylarından biri olarak görülmeye başladık. Aslında çarkların tam olarak yerine oturmamış olması nedeniyle takımdan beklentilerin bu kadar büyümüş olması çok da fayda sağlamadı takıma. Bu hem rakiplerin bize karşı oyunlarını etkiledi hem de takımda bir dönem sonra yavaşlamaya neden oldu. Bunun tek sebebi bu değil tabiki. Çok önemli sakatlıklar yaşadık herkesin bildiği gibi. Ayrıca özellikle Bogdanovic’te çok bariz bir form düşüklüğü oldu.
Bunu daha önce bir kaç kez belirtmiştim ancak üzerine bir kez daha durmak istiyorum. Obradovic çok önemli bir coach. Ve bir çok şeyi bizden daha önce tespit edip ona göre hareket ediyor. Takıma dahil olup ,geçen senenin bir kaç maçını izledikten sonra bu takımın ne kadar kötü savunma yaptığını anlaması çok zaman almamıştır. Tam takım antreman bile yapamadan sezona girmiş olmanın da etkisiyle bu işte biran önce bir seviye atlayabileceğini düşünmüyordu. Ve sezon öncesinde savunma konusunda bazı riskler almayı göze aldı. Ne yapıyor FBU savunmada, çok adam değişmeli ve kaymalı bir savunmayı zorluyor. Placing’in tam anlamıyla takım tarafından uygulandığı zaman çok başarılı olabilecek bir savunma. Ama bu o kadar zor ki, bir örnek vermek gerekirse, bir dans grubu düşünün, Anadolu Ateşi mesela, tüm ekip aynı hareketi aynı anda yapabilmek için günlerce aylarca prova yapıyorlar. Senkron sağlamak için sürekli çalışıyorlar. Basketbolda da aynı şey söz konusu. Eğer savunma sisteminde, kaymalar ve yerleşmeler çok fazla tekrar ve antremanla iyice oturtulmazsa başarı sağlamak mümkün değil. Peki nasıl oldu da sezon başında biz bu kadar çok maç kazandık. İşte burda iki konu gündeme geliyor. Biri hücumdaki birebir yeteneğimiz , ikincisi de savunmada girmeyen rakip şutları. Tekrar olacak belki ama sezon içinde bir kaç kez değindim, kendi sahamızda yendiğimiz Barcelona , CSKA ve deplasmandaki CSKA maçlarını da hep rakibin girmeyen şutları ile kazandık. Birçok pozisyonda bomboş şutları sokamadılar. Oysa kaybettiğimiz ilk maç olan Tofaş sonrasında Banvit, ve deplasmandaki Barcelona maçlarında rakiplerimiz çok yüksek yüzdeyle şut attılar. E bir de rakibin girmeyen şutlarının ribauntlarını net alıp hızlı fastbreak lere de çıkınca ortalama 85 sayıyı bulmak çok da zor olmuyordu. Her maçta rakibin kötü şut atmasını beklemek hayalcilik. Ama bunun için yapabilecek bir şey yok. Bu riski almak ve boşta adam kalmasını bu sene boyunca kabullenmek zorundayız. Bu savunma oturmadı ve oturması bu sene içinde büyük ihtimalle olmayacak. Şimdi bu elde varken, bir de hücumda düşen performanslar ile de karşı karşıya kalınca takımın toparlanması ve galibiyet alması gittikçe zorlaşıyor.
Sezon başında Bogdanovic gerçekten inanılmaz oynuyordu. Her pozisyonda sayı buluyordu. Bunda hem formda olması hem de sadece bir savunmacı ile mücadele ediyor olması sayı bulmasını kolaylaştırıyordu. Ancak maçlar ilerleyip aldığı sürelerin de artması ve yorulmasına ilave olarak, rakiplerin ona sürekli ikili sıkıştırma getirmesi onu sıradan bir oyuncu gibi göstermeye başladı. Bu tarz savunmalara karşı pas yeteneği ve saha görüşü en zayıf özellikleri olduğu için artık ondan verim alamaz olduk. Şöyle düşünelim, bu tarz ikili sıkıştırmalar Bjelica veya Emir’e yapılsa onlar boştaki oyuncuyu anında bulabilirler, ancak maalesef Bojan bunu yapamıyor. Ya top kaybı ya da verimsiz bir pas ile sonlanıyor hücum. Bu durumda Bojan’ın yapması gereken (bir kaç maçta bunu yapabildi) ikili sıkıştırmaları gördüğü anda topu elinden mümkün olduğu kadar çabuk çıkartması ve takımın da ona bu tarz sıkıştırmaya maruz kalabilecek noktalarda pas vermekten vazgeçmesi. Eğer doğru bir noktada fazla topla oynamadan topu kullanabilirse sayı üretimi devam edecektir.
Tabi bir de Emir’in durumu sözkonusu. Bojan ile birlikte takımın topkaybı lideri oldular. Dönem dönem kötü oyunlar , kötü şutlar , düşük performanslar olabilir. Ancak bu iki oyuncu takımın hücumdaki baş aktörleri. İkisinin birden kötü olduğu maçları kazanmamız gerçekten çok zor. Tamam şutlar girmesin , sorumluluk da azalsın ancak bu kadar top kaybı takımın bütün dengesini bozuyor. Özellikle bu bir deplasman maçıysa seyirciyi de coşturuyor ve içinden çıkılamaz bir duruma düşüyoruz.
Gelelim bu haftaki Malaga maçına. Grupta işler hergeçen hafta karışıyor. Olympiakos ve Panathinaikosun kendi evlerinde aldıkları beklenmedik yenilgiler sonrasında kendi sahamızdaki maçları alarak gruptan çıkma şansımızı iyice arttırdık. Artık bu şansı iyi kullanmalı ve kendi sahamızdaki tüm maçları mutlaka ama mutlaka kazanmalıyız.
Malaga ilk maçta bizi yenerken son perioda kadar gayet iyi bir maç çıkarmış ve son 10 dakikaya 66-62 önde girmiştik. Çok kötü başladığımız son çeyrekte yine de 36.dakikada Kleiza’nın basketiyle 75-74 öndeydik. İşte o andan sonra ne olduysa oldu. Önce Zoric iki hücum arka arkaya hücum faullü yaptı. Arkasına Bo’nun ve Kleiza’nın top kayıpları eklendi. Zaten period boyunca 8 üçlük denemesinin sadece 1’inde 7 iki sayılık denemenin de sadece 3’ünde başarılı olduk. Son 4 dakikanın skoru ise 15-0 evet yanlış okumadınız yazıyla da onbeş-sıfır. Period skoru da 27-9. Tam anlamıyla dağılma yaşadığımız bir periodtu. Bu ve benzeri senaryoları bir kaç kez daha yaşadık ki burada da şu ortaya çıkıyor. Ne yap et ama top kaybı yapma. O kadar canımızı yakıyor ki bu top kayıpları, en azından oyunu tutup, rakibe hızlı hücum şansı vermeyip potamızı iyi savunursak bir şekilde maçın içinde kalabiliyoruz.
Sonuçta sıradan bir rakip Malaga. Ne bir Barcelona, hatta ne bir Olympiakos. En önemli oyuncusu Nik Caner-Madley.Takımın hem sayı(13.5) hem ribaunt (5.4) lideri. 28dk ile sahada en çok kalan oyuncu. Şut yüzdeleri de hiç fena değil. %55 ile 2 sayı, %40 ile 3 sayı atıyor. Onun arkasında ilk maçta da bize büyük problem olan Zoran Dragic geliyor. O da 23 dk ortalama ile 12 sayı 2.8 ribaunt 1.3 asist buluyor. Bunların haricinde Granger, Toolson, Suarez, Vazquez, Hettshimeir gibi kalbur üstü ama yıldız olmayan oyuncuları var. Ayrıca BBL den tanıdığım Stimac da kadrolarında. Normal şartlar altında bizi yenmeleri hem kadro yapıları hem basketbol düzenleri olarak pek mümkün değil. Deplasmanlarda daha önce ilk turda Siena ve Zora galibiyetlerini almışlardı, top16 ise Efes ve Laboral deplasmanlarından galibiyet ile döndüler.
Takım istatistiklerinde de düşen Top16 performansımıza rağmen neredeyse her alanda onlardan üstünüz. Sadece top kayıplarında 11.5-12.5 ile ve 3 sayılık atış yüzdelerinde 38.9-32.5 ile bizden üstünler. Dragic&Madley ikilisini iyi savunur, hücumda etkisiz kaldığımız zamanlarda iyi savunma yapıp net savunma ribauntlarıyla hızlı hücum sayıları bulabilirsek çok da zor bir maç olmayacaktır. Ancak bu maçın kazanılması yeterli olmayabilir, ilk maçta onlara verdiğimiz 14 sayılık avantajı yok edecek bir galibiyet almamız bizi rahatlatacaktır. Zaten Olympiakos’a karşı ikili averajda gerideyiz, bu nedenle öncelikle maçı kazanmalı ancak sayı averajını da unutmadan maç sonuna kadar konsantrasyonumuzu düşürmemeliyiz.