Normal sezonda oynadığımız ve 75-70 kazandığımız Barcelona maçının çok benzeri bir maç oynadık dün akşam. Bütün maç hem oyun hem skor olarak üstün götürüp maçın sonlarında baskıya ve zorlaşan oyuna gerekli tepkiyi veremeyip oyunu zora sokmuş fakat maçın sonunda Kleiza devreye girip yaptığı hücum ribaundları ve faul atışları ile maçı bize kazandırmıştı. Dün akşam da çok benzeri oldu. Bütün maç önde götürüp , özellikle savunmada rakibe göz açtırmayıp , farkı 14 lere kadar çıkarıp sonra anlaşılmaz bir şekilde paniğe kapılıp inanılmaz top kayıpları ile rakibi devreye soktuk. Maçı kazanma noktasına da geldiler. Ancak o anlarda önce Ömer, ama asıl daha da zor dakikalarda Kleiza devreye girdi ve bu çok önemli galibiyeti almamızı sağladı. Teşekkürler Kleiza, buraya bunun için geldin ve sadece 2.kez bunu yapıyorsun, umarım bu maçtan sonra bunların sayısını arttırırsın.
Maça çok doğru bir strateji ile başladık. Maçtan önce salonda arkadaşlarımla konuşuren Diamantidis’i kiminle savunacağımızı tartışıp, Ömer veya Melih gibi hızlı ayakları olan kısa oyuncalar yerine, ayakları daha yavaş olsa bile uzun boyu ve kolları ile sahayı görmesini engelleyecek bir oyuncu ile savnumanın daha doğru olacağını savunmuştum. Aklıma gelen ilk isim de Emir’di. Ancak Bojan ile başladı Obradovic onu savunmaya. Kaç maçtır çok kötü performanslar sergileyen Bojan tercihi aslında görüntü itibariyle çok da mantıklıydı. Bir şekilde hücum performansı çok aşağı düşmüş Bojan için yapacağı iyi bir savunma ile yeniden kendine gelme, takıma katkı sağlıyor hissine kapılması anlamında çok mantıklı bir karardı. Ve çok da başarılı oldu diyebiliriz Bojan için. Gerçi ben biraz da Diamantidis’in maça çok istekli başlamadığını ve Bojan’ın iyi savunması haricinde onun da maçı çok zorlamadığını düşünüyorum. Ancak asıl hatayı hücum stratejisinde yapıp bizim ekmeğimize yağ sürdüler. Sürekli dış şutlara yönelip, bizim zayıf pota altımızı değerlendirmeyip, bu şutlarda da isabet bulamayınca ilk yarı bizim açımızdan oldukça iyi geçti. İlk 7 üçlüklerinde 0 isabet buldular. Bu sürede, Bo ve Emir önderliğinde gayet iyi oynadığımızı söyleyebiliriz. Ancak şunu da söylemek lazım ki, rakip bu kadar kötü durumdayken farkı 25 seviylerine çekmemiz işten bile değildi. Bizim bu kadar kötü başladığımız maçlarda rakiplerimizin bize çokca yaptığı gibi. Öyle anlamsız top kayıpları yaptık ki, tam farkı iyice açıp rakibin direncini kıracakken, bu top kayıpları nedeniyle fark bir türlü çok açılamadı. Bojan’ın hücumdaki problemleri bu yarı boyuncada devam etti , ancak savunmadaki gayreti sayesinde yine takıma katkı sağladı. İlk yarı boyunca yaptığımız top kayıpları haricinde tek olumsuz konu Zoric’in savunma zaafiyetiydi. Batiste bile onu sırtı dönük oyunlarda çok rahat alt edip 4 sayı buldu. Maalesef bu konudaki sıkıntı her geçen gün büyüyor. Bir 4 numara inceliğindeki Zoric arkasında güçlü bir 5 numara olduğunda savunmada da hücumda da hiçbir varlık gösteremiyor. Özellikle savunma ribauntlarında o oyundayken çok büyük sorun yaşıyoruz ve yaptığımız top kayıplarının haricinde verdiğimiz hücum ribaundları da farkın açılmamasında etken oldu.
İkinci yarıda ise işler tersine dönmeye başladı. Rakip dışardan şutlarla potayı dövmek yerine, özellikle 3.çeyreğin ikinci yarısında Mavrokefalidis ile içerden sayı bulmaya başladı. Tabi bu sistem değişikliğinde en önemli etken de Diamantidis’in oynamaya karar vermesiydi. Bojan üzerinde büyük bir baskı kurmasına ilave genelde ikili sıkıştırmalar bile yapıyor olmamıza rağmen öyle büyük bir iştahla oynadı ki, her topta boş arkadaşını bulup hücumlardan sayı ile dönmelerini sağladı. Bir şekilde pota altında bulunan sayıların da etkisiyle iyice içeri gömülen savunmamızı ilk yarıda kullanmakta geciktikleri Bramos-Curry ikilisi ile yayın gerisinden de cezalandırmaya başladılar. Tabi sadece onların hücumdaki etkinlerinin artması değildi farkın azalıp bitmesinin sebebi, aynı zamanda bizim her geçen saniye kaybolan motivasyonumuz ve dağılmış halimizdi. Hücum edemiyor, potaya gidemiyor, şut sokamıyor ve sürekli top kaybı yapıyorduk. Neyse ki Bojan biraz toparlandı ve skor üretmeye başladı yine de fark 6 sayıya kadar indi period sonunda.
Ve maalesef son perioda da çok kötü başlayıp aynı şekilde kolay basketler yiyip hücumda etkisiz olmaya devam ettik. Rakip her geçen dakika oyunun içine daha çok giriyor ve maçı kazanmaya olan inancı artıyor biz de tam tersi bir etki ile çaresizliğe doğru gidiyorduk. 38. dakikada Fotsis’in üçlüğü ile 67-64 öne geçtiler ve tehlike çanları iyice çalmaya başladı. Ancak Ömer’in hemen bunun arkasına soktuğu üçlük yine maçı dengeye getirdik. Maçın son bir dakikasında Kleiza tekrar oyuna girdi. Ve oyuna girer girmez önce bir üçlük ve bir sonraki hücumda da bir ikilik şut sokup bir anda 4 sayı öne geçmemizi sağladı. Bu şutlar o kadar değerliydi ki, bizim takımda o sırada eller ve ayaklar tirtir titrerken Kleiza iki tane şutu el üzerinden ve çok zor pozisyonda korkusuzca potaya gönderip isabetleri buldu. Aynı Barcelona maçında olduğu gibi yine giden maçı bize çevirdi.
Bu galibiyet devam etmekte olan büyük sıkıntılarımızın sona erdiğini düşündürmesin kimseye. Bu takımın iki pivotu maçı toplam 5 ribaunt ile bitirdiler. (Attıkları yani daha doğrusu atamadıkları sayılardan hiç bahsetmiyorum)Zoric sadece 2 ribaund aldı ve hiçbir şekilde rakip uzunları boxout etmediği daha doğrusu edemediği için savunma ribaundu alamaz hale geliyoruz. Bo’nun tek başına 7 ribaund aldığını düşünürsek pivotlarımızdan ne kadar az katkı aldığımız daha fahim bir şekilde görünür.
Sadece 19 savunma ribaundu aldık ve aynı sayıda hücum ribaundu verdik. Burada asıl önemli olan şu. Savunmada büyük bir mücadele gösteriyorsunuz, 20 saniye rakibi kovalayıp canınızı dişinize takıyorsunuz, ama girmeyen şutun arkasından ribaundu alamadığınız zaman, ve bir de bunun arkasına sayıyı yediğiniz zaman bütün enerji yok oluyor. Bu hücuma da yansıyor ve zincirleme etki ediyor. Bir şekilde coach’un bu konuya bir çare bulması lazım. Aslında Vidmar ne kadar çok fazla ribaund almasa da rakiplerini potadan uzaklaştırıp kısaların ribaund almalarını sağlıyor. Ancak Zoric bu konuda gerçekten çok sırıtıyor.
Maçın kilit noktalarından biri de , Panathinaikos’un 40 üç sayılık atış denemesi, üstelik sadece 26 adet 2 sayılık atış denediğini düşünürsek bunun ne kadar büyük bir rakam olduğu daha iyi anlaşılır.
Yenildiğimiz maçlar dahil olmak üzere hiçbir zaman topkaybı sayımız asist sayımızın üzerinde olmazdı. Ancak bu maçta 12 topkaybı yaparken sadece 10 asistte kaldık. Barcelona maçı benzerliği bir kez de skorda ortaya çıkıyor. 80 sayının altında kalıp maç kazandığımız ikinci maç oldu bu maç Barcelona maçından sonra.
Bu maçta kaybettiğimiz üç maçtan farklı olarak yaptığımız iki şey ortaya çıkıyor. Bunlardan birincisi savunmada (ribaundlar hariç) çok daha istekliydik. Diğeri ise psikolojinin bozulduğu anlarda dağılmayıp tekrar maçın içine dönebilmekti. Tabi burada seyircinin büyük payının altını çizmek lazım. Üç maç arka arkaya kaybetmemize rağmen salonda üst taraflar dahil boş koltuk yoktu. Ve takıma her dakika büyük deste verdi seyircimiz. Maçın kritik anlarında takımın direncinin düştüğü her anda devreye girip takımın tekrar ayağa kalkmasına yardımcı oldu.
Önümüzde ilk yarının bitmesine 3 maç var. Önce Milano deplasmanına gidip arkasına evimizde Laboral’i konuk edecek ve son olarak da Anadolu Efes ile Abdi İpekçi de oynayacağız. Bu 3 maçtan da galibiyet çıkarmalıyız. Zaten bizim maçlar başlamadan önce düşündüğümüz 3 deplasman galibiyetinden biri Milano deplasmanıydı. Eğer bu 3 maçtan galibiyet çıkartırsak ilk bölümü 4 galibiyet ile bitirebiliriz ve biraz olsun iddiamızı arttırabiliriz. Ve eğer bu üç maçtan galibiyet çıkartırsak takımın güven ve direnci tekrar sezon başı seviyelerine gelir ve o zaman ikinci yarıdaki 7 maça çok daha güvenli çıkabiliriz.
Her açıdan çok önemli bir galibiyet ile haftayı kapatıyor ve önümüzdeki maçlara bakmaya başlıyorz 🙂